Makaleler

Ağu29

Tanımlara göre Türkiye'de "azınlık" var diyebilir miyiz?

Yazar // Ergun Göknel Kategori // Türkiye

3 Temmuz 2003 tarihinde HaberX’de yayınlanan “Azınlık” sözcüğünden nefret ediyorum başlıklı yazıma bu sözcüğü hiç sevmediğimi ve bu sözcükten nefret ettiğimi yazarak başlamıştım. Bu duygularım bugün de değişmedi ve de hiçbir zaman değişmeyecek.

Her şeyden önce “Azınlık” sözcüğünü kullandığınızda ister istemez ayrımcılık yapıyorsunuz. Bu davranışınızla da ikinci sınıf insanlar yaratmış oluyorsunuz. Ülkede yaşayan tüm insanlara eşit haklar tanımanız gerektiğini kabullenmek çağdaş insan hakları tanımları gereği.

Ayrıca Anadolu’nun bu konuda tarihten gelen bir ayrıcalığı var. Bugün ülkemizde hangi aile, tarih boyunca bu topraklarda yaşamış ve hüküm sürmüş bir veya birkaç Anadolu kavmi ile karışmamıştır? XI.Yüzyılda Anadolu’ya gelen Türk boyları varolan kavimler veya milletlerle karışmamış mıdır? Yüzyıllar boyunca Anadolu’da yerleşip yaşamlarını sürdürmüş olan ve bu ana kara parçasını fethederek hakimiyet kurmuş olan insanlar sonunda öyle bir genetik karışım meydana getirmişlerdir ki, çeşitli ayrıcalıkları dolayısıyla, diğerlerinden sayıca az olanları gerçek azınlık olarak adlandırmak yanlış olacaktır.

Tarih boyunca Hitit’ler, Frig’ler, Kimmer’ler, Lid’ler, Grek kolonicileri batı ve orta Anadolu’da; Kelkit’ler, Kalde’liler, Makron’lar, eski Asur’lular, Arap’lar güney, güney doğu ve Karadeniz kıyılarına yerleştiler. Önce çok tanrılı dinler sonra Hristiyanlık ve son olarak da İslam Anadolu’da hakim din oldu. Dolayısıyla aynı kavmin bir bölümü bir dini kabul ederken diğer bir bölümü de başka bir dini kabul edebildi.

Sonuçta kendine has bir Anadolu kültürü doğmuş oldu. Belki değişik dinlerde ve değişik diller kullanan fakat sonuç olarak davranış, töre, yaşam biçimi ve tat alınan zevkler olarak bir bütün halindeki bugünkü kültürümüz meydana geldi. Hatta konuşulan dillerde de pek çok kelime, aynı anlamda, birlikte kullanılmaya başlandı.

Anadolu’nun, Türkiye Cumhuriyeti’nden önceki son hakimi olan Osmanlı İmparatorluğu kendini Doğu Roma İmparatorluğu’nun ve dolayısıyla Bizansın devamı olarak gördü. Sultanlar kendilerini Sultan-ı Rum olarak adlandırdılar. İstanbul’un bir çok adı arasında, devletin resmi yazışmalarında “Konstantiniyye” adı da kullanıldı. O kadar ki İmparatorluk paralarının üzerinde “fi Konstantiniyye” ibaresi son günlere kadar mevcuttu.

Lozan anlaşması ile “Azınlık” sıfatı yalnızca İslam inancını taşımayanlara verilmiştir. Gerçekte bu insanlar binlerce yıldır Anadolu topraklarında yaşayan topluluklardır. Bir tek Yahudi toplumunun 500 yıllık bir geçmişi vardı. Ve bu “Azınlık”ların hepsi yukarıda sözünü ettiğimiz müşterek kültüre sahipti.

Şimdi, 90 yıl geçtikten sonra artık “Azınlık” sözcüğü ile binlerce yıldır birbiriyle hamur olmuş insanları ayırmak yanlıştır ve kabul edilemez. Ancak, bu demektir ki bu insanlar, tüm bu topraklar üzerinde yaşanlarla birlikte eşit haklara sahip olmalıdır. Devlet memuru olurken, Silahlı Kuvvetlere girerken veya diğer güvenlik güçlerinde eşit işlem görmelidirler. Kısaca ikinci sınıf insan olarak kabul edilmemelidirler. Tüm insanlar inançlarına göre hareket edebilmeli ve dillerini özgürce kullanabilmelidirler.

Nasıl bugün AB’ye girişimiz için “ayrıcalıklı ortak” teklifini milletçe kabul edemiyorsak, dili veya dini ayrı olan toplulukların da “ayrıcalıklı vatandaş” olmalarını kabul edemeyiz. Bu topraklar üzerinde yaşayanlar yıllarca ortak kültüre katkıda bulunmuşlar, hep birlikte mutluluğu ve refahı aramışlardır.

İnsanlar cinsel tercihleri, mensup oldukları etnik topluluklar ve de İslam dinini değişik şekilde yorumlamaya dayalı inançları dolayısıyla da “Azınlık” sayılabilirler. Onlara bu sıfatı kondurmak büyük haksızlıktır. Hepimiz önce insanız ve de çevremize insanlık anlayışı ve insan sevgisi ile bakmalıyız. İnsanlık konusunda geniş bir ufka sahip olmalıyız.

Hepimizin, bu topraklar üzerinde yaşayan, yüzyıllar boyunca dedelerimizin de yaşadığı bu ülkede, bir bütün olmamız gerektiğinin bilincine varabilmek için ön koşul, her şeyden önce hepimizin bu toprakların yetiştirdiği insanlar olduğunu kabullenmemiz gerekir. Bizim bugünümüz, çocuklarımızın yarını bu topraklardadır. Yüzyıllarca böyle olmuştur. Bundan sonra da böyle olacaktır.

Aksini düşünmek hepimizi, tüm yurttaşlarımızı rahatsız ve huzursuz duruma düşürür. Maddi ve manevi büyük zararlara uğrarız. Daha basit bir deyimle hiç birimiz kazanamayız, hepimiz kaybederiz.

Sizler de aynı duygulara sahip olduğunuzda, inanın ülkemizde yaşam daha güzel, daha hoş ve daha yaşanır olacak.

Bu satırları yedi yıl önce yazmışım. Bugün “azınlık” kavramı belli bir süreç içinde de olsa silinmeye çalışılmaktadır. Özellikle İslam inancına mensup olmayanlara uygulanan ayrıcalıklar ortadan kaldırılmaktadır. Bunun son örneği 27 Ağustos 2011 tarihki Resmi Gazete’de yayınlanan KHK ile gerçekleştirilmiştir.

1936 yılında Devlet bütün Azınlık vakıflarından ellerindeki mevcut malları beyan etmelerini ister. 1936 yılından sonra da Azınlık vakıfları gerek satın alma gerekse bağış yoluyla gayrimenkul edinmeyi sürdürürler.Yıllarca bu iş böyle gider, ta ki Yargıtay 1974 yılında azınlık vakıflarının mülk edinmelerinin yasadışı olduğuna karar verene dek. Yargıtay'a göre 1936 Beyannamelerindeki bildirime ilave olarak "Biz gelecekte başka gayrimenkuller edinebiliriz" ibaresi yoksa bu vakıfların mülk edinmeleri yasadışıdır.Yargıtay basit birer liste olan 1936 tarihli mal bildirimlerini keyfi bir yorumla "Vakıf Senedi" olarak kabul etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti yargı sisteminin gerçekten yüz kızartıcı bir ayıbı olan 8.5.1974 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının gerekçesinde: "Görülüyor ki Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır." Azınlıkları "Türk olmayanlar" olarak değerlendiren Yargıtay bir bölüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına karşı etnik temele dayalı ayrımcılık güderek affedilemez bir yanlış yapmıştır.

İşte bu yanlış son KHK ile düzeltilmiştir. Şöyle ki:

MADDE 17 – 5737 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 11 – Cemaat vakıflarının;

a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları,

b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,

c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri,

tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.

Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.

Yazar Hakkında

Ergun Göknel

Ergun Göknel

1989 Yılında, adı o güne kadar kamuoyunca duyulmamış bir kişi İstanbulluların yaşamına girdi. Bir kentte yaşayanların, bir insanın yaşamının en önemli unsuru SU’yun başına getirildi. Susuzluk çekenler onu suçladılar, ona küfür ettiler.. O güne kadar mahallelerine, evlerine su gelmemiş olanlar, su boruları döşenmeye başlayınca onu kucakladılar, öptüler.
Kimdi bu insan?...

Bir yorum yapın

Yorum yapmak için oturum açmalısınız. İsterseniz aşağıdan oturum açabilirsiniz.

Twitter response: "Could not authenticate you."

Özel Önerİm

Pizzeria Pidos

Samimi ortamıyla
ev gibi bir İtalyan restoranı.
Gümüşsuyu caddesinde

Websitesine git

Temasa geç

Düşüncelerinizi dinlemekten mutlu olacağım!

Ergun Göknel
34330 Levent, IST
Türkiye

Temasa geç