Makaleler

May09

N’OLACAK BU CHP’NİN HALİ

Yazar // Ergun Göknel Kategori // Türkiye

N’OLACAK BU CHP’NİN HALİ

20 yıl süren bir kış uykusundan uyanan CHP henüz kendine gelemedi. % 50’ye yakın bir oy ile iktidara gelen AKP karşısında ezilip büzülmekten kurtulamadı. Başbakan Tayib Erdoğan’ın tek parti döneminden verdiği siyaset ve uygulama örneklerine karşı “kem küm” etmekte devam ediyor. Her ne kadar Genel Başkan Sayın Kılıçdaroğlu Başbakana cevap yetiştirmeye çalışıyorsa da, her defasında geçmişden yeni bir yüz kızartıcı(!) örnekle karşısına çıkılıyor. Dolayısıyla da devamlı savunmada kalma zorunda kalıyor.
CHP’nin kendine gelmesi, yenilenmesi için belirli bir zaman aralığına gereksinimi olabilir. Bu zamanı kazanmanın tek bir yolu var gibi görünüyor. O da 1925 – 1946 döneminin hesabını bir defada verebilecek bir girişimde bulunmak. Bu girişim ne olabilir? Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti tarihini ve CHP tarihini tüm ayrıntılarıyla bilmek, bilgi sahibi olmak gerekir. Bu bilgiye sahip olma yeteneğindeki kadroların CHP’de mevcut olduğuna inanılmakta. İkinci önemli nokta Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayanların toplum yapısı, inançları, amaçları ve yaşam hedefleri iyi bilinmmelidir. “Olması istenilen” ile “var olan” ayrımı iyi yapılmazsa başarıya ulaşma imkânı olmaz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bir devrim hareketidir, ve her devrimde olduğu gibi tarihimizde de bir dizi şiddet olayları yaşanmıştır. Bunları inkâr etmek hiç bir fayda sağlamaz. Tarih içindeki, günün koşulları karşısındaki yeri ve gerekliliği veya gereksizliği iyi tanımlanmalıdır.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde oluşan devrim hareketlerinin, toplumsal devinimlerin ne gibi zorluklarla karşılaştığı, zaman zaman gerçekleşen geriye dönüşlerin nasıl aşıldığı iyi incelenmelidir. Bu devrimlerin yanında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ne kadar sakin bir süreç içinde gerçekleştiği görülecektir. Yanlışlar yapılmamış mıdır? Muhakkak yapılmıştır. O zaman da bunların tesbiti ile özeleştiri yapmanın, ancak gene de gerçekleştirilen değişimin karşısında bu yanlışların en azda kaldığını belirtmenin zamanı gelmiştir.
1789 Fransız Devrimi ancak 1871 yılından sonra hedefine erişebilmiştir. Gene de 1958 yılında ilan edilen beşinci cumhuriyet ile belli düzeltmeler görmüştür. Olayın adına bakarsak, “Beşinci

Cumhuriyet” demekteyiz. Demek ki bu güne kadar “cumhuriyet” beş defa  düzenlemeye tâbi olmuştur. Bu arada yaşanan “restorasyon” ve “imparatorluk” dönemlerini düşünelim. 1917 rus ihtilalinin ne kadar güç bir süreç içerisinde gerçekleştiğini biliyoruz. Gene de sonunda Sovyetler Birliği varlığını koruyamamıştır. Çok yakın tarihten “devrim” denebilecek bir olayı ele alalım “Avrupa Birliği”. 60 sene geçtikten sonra dahi devam edip edemeyeceği bugün belli değil. Bu örnekleri dünyanın çeşitli ülkelerinin tarihlerinden ele alabilir ve tartışabiliriz. Gerçek şudur ki: Anadolu’da bir devrim yapılmış, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu sona erdirilerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmıştur. Bu yalın bir yeni devlet kuruluşu değildir. Yaşaması, varlığını sağlıklı olarak devam ettirebilmesi için “çağdaş uygarlık” seviyesine ulaşması gerekmektedir. Bu amaçla toplumun yaşamında önce şekle dayanan pek çok değişiklik yapılmıştır. Kuruluşundan 90 yıl sonra bu değişikliklerin bir bölümü toplum yaşamının vazgeçilemez bir parçası olmuştur. Yapılması düşünülen bir dizi değişiklik kabullenilmemiştir. Bunların bir bölümü geriye alınmış, bir bölümü de kendiliğinden yok olmuştur.
Şimdi yapılacak olan “Sen böyle yaptın” sözüne karşı “Ama sen de şöyle yaptın” diyerek tartışmak değildir. Tek parti döneminin özeleştirisini yaparak, ileriye dönük, toplumun yaşam kalitesini iyileştirecek projelere doğru yürünmesi gerekir. Bilinmelidir ki, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar her zaman ileriye yapılan hamlelere değerini vermiştir. 1950 yılından beri “sağ” partilerin kazanmasının sebebi, bu partilerin ileriye dönük programlar sunmaları ve kısmen de gerçekleştirebilmeleridir. 1977 yılında “ortanın solu” hareketi” de  aynı sebepten iktidara gelir gibi olmuş, ancak uygulamadaki başarısızlık bu hamleyi yarım bırakmıştır. Aynı durum 1989 yerel seçimlerinde SHP’nin kazandığı başarı için de söylenebilir. Her iki durumda da sunulan program ve siyasal ortamın uygun olmasına rağmen, uygulamadaki başarısızlıklar hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır.
23 Nisan 1920 tarihini Türkiye cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun ilk adımı olarak kabul edersek yanlış bir hükme varmayız. Gerçekte Bu tarihte devrim başlamıştır. Ancak dönemin dünya olaylarının erkisi ve İmparatorluğun temelindeki “din” unsuru da açık bir şekilde görülmektedir. Yunan işgal ordusu ve arkasındaki emperyalist Büyük Britanya İmparatorluğu ile savaşılmaktadır. Düşman ordusunun Polatlı’ya kadar ilerlediği günlerde Ankara’da üç devletin temsilcisi bulunmaktadır. Afganistan, İran ve Sovyetler Birliği: iki Müslüman Devlet ve bir sosyalist devlet. Ankara siyasetinin biraz da zorunlu olarak hangi unsurlara dayandığını göstermektedir.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi bir savaş dönemi meclisidir. Bu mecliste toplumun her düşüncesi temsil edilmektedir. Savaş kazanıldıktan sonra 1923 yılında yapılan seçimle gelen Meclis değişik bir görünümdedir. Muhaliflerin büyük bölümü seçtirilmemiştir. Meclis daha homojen bir özelliğe sahiptir. Ancak gene de muhalif ve devrim karşıtı sesler işitilebilmektedir. Bu durum 1925 yılında kabul edilen takrir-i sükûn kanununa kadar devam eder. Bu tarihten itibaren TBMM artık “devrim meclisi”dir. Devrim kanunları birbiri ardından kabul edilmektedir. 1926 yılında İzmir suikasti davası ile muhaliflere son bir gözdağı verilir, Osmanlı İmparatorluğu dönemşnşn son siyasetçilerinin de hayatlarına son verilerek, bu engel de ortadan kaldırılır. 1927 yılında yapılan seçimle TBMM artık tam anlamıyla tek parti meclisi halini almıştır. Cumhuriyet Halk Fırlası (Partisi) tek hâkimdir. 1928 yılında Anayasa’dan “Devletin dini İsamdır” ibaresi kaldırılır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “Batı Uygarlığı”na uyumu için gerekli yasaların hepsi çıkarılır.
Devrimler yasaların çıkartılması ile gerçekleşebilseydi, dünyadaki tüm siyasal değişimler, yenilikler kan dökülmeden olurdu. Ancak yasa değiştirmek, her ne kadar yüzeysel olarak bir dizi görünüşü gerçekleştirse de, düşüncelerin, alışkanlıkların ve inançların değişmesi yasalarla oluşmamaktadır. Bu değişim için belli bir sürecin geçirilmesi gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti devriminin tek bir siyasal parti tarafından gerçekleştirilmesi de çeşitli engellerle karşılaşmıştır. Burada birkaç tanesinden söz etmekte fayda olabilir.
1930 yılında, Serbest Cumhuriyet Fırkası ile demokratik bir adım atılma denemesi genelşde “inanç” unsurunun muhalefeti ile karşılaşmıştır. Bu denemeden  çok kısa sürede geriye dönülmüştür.  1937-38 yıllarında meydana gelen Dersim olayları Devrimin gerçekleşmesinin ne gibi zorluklarla karşılaştığını gösteren en iyi örnektir. Düşününüz ki yeni ve çağdaş bir devlet kurmak istiyorsunuz; ancak yıllar boyunca bir bölgede devletin gücü hâkim olamıyor. Tabbi ki bu bölgeye egemen olabilmek, devlet otoritesini götürmek için bir takım zorlamalar yapılacaktır. Eleştirilecek olan bu zorlamalar sırasındaki uygulamalar, insanların gereksizce öldürülmesi, çok büyük bir orantısız gücün kullanılmasıdır.
Tek parti döneminin çok eleştirilen diğer bir uygulaması da “Varlık Vergisi” dir. Azınlıklara uygulanan vergi oranlarındaki yükseklik çok acımasızdır. Belli ki burada bir fırsat kullanılmış ve yeni devletin çoğunluktaki unsuru olan Türk-İslam unsurunun ekonomik güçlenmesi hedefi öne alınmıştır.
Bu saydıklarımızın dışında da bugün yanlış veya “uygarlık dışı” görülen pek çok olay sayılabilir. Bunların bir bölümü yeni devletin kurulması ve yaşaması için gerekli olan olaylardır. Bir bölümünde aşırıya kaçılmış ve kabul edilemeyecek yanlışlar yapılmıştır. Ancak sonuç olarak, 90 yıldır barış içerisinde yaşayan ve bugün dünyada ve bölgesinde saygın, sözü dinlenen, her siyasal harekette hesaba katılan bir Cumhuriyet yaratılmıştır. Bu devletin yaratılmasında da hiç şüphesiz CHP ve partinin tek başına egemen olduğu dönemin etkisi vatdır.
20 yıl tek başına bir ülkeyi yönetmiş olan bir siyasal partinin “değişeceksin, değiş” diyerek yeni koşullara uyması, çağdaşlaşması beklenemez. Bu değişim yıllar içinde olacaktır veya olmaktadır; kolay bir süreç değildir. Uzun yıllar bir ülkeyi yönetmiş düşüncenin değişmi de uzun yıllar alacaktır. Ancak hakkaniyetli olmak için 1950 yılından beri CHP’nin geçirdiği aşamalara da kısaca bir göz atmakta fayda var.
14 Mayıs 1950 günü yapılan seçimlere Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk tek dereceli özgür ve demokratik seçimleri dense yeridir. Geçerli olan “ekseriyet” sistemi doılayısıyla CHP oyların % 39,45’ini almasına rağmen seçilen 487 milletvekilinden ancak 69 tanesine sahip olabilmiştir. Çok sözü edilen rivayet odur ki; silahlı kuvvetlerin ısrarlı teklifini reddeden İsmet İnönü CHP Genel Başkanı olarak muhalefeti tercih etmiştir. Özetle “askeri vesayet”i reddetmiştir.

27 Mayıs 1960 öncesi gene İsmet İnönü’nün Türkiye Büyük Millet Meclisinde iktidardaki Demokrat Partinin anti demokratik uygulamaları karşısında söylediği, “Sizi ben bile kurtarmama” sözü çok tekrarlanan bir kavram olmuştur. 27 Mayıs 1960 sonrası Milli Birlik Komitesi içerisinde askerî idarenin devamını isteyen 14’lerin tasfiye edlmesi gene bu komite içerisindeki CHP sempatizanlarının direnmesiyle gerçekleşmiştir.
 İnönü’nün Kurtuluş Savaşı kahramanı olarak silahlı kuvvetler üzerindeki etkisi ve gücü 22 Şubat 1962  Talat Aydemir başkaldırısını bastırmakta gösterdiği mücadele ile açıkça bilinmektedir. Talat Aydemir’in 21 Mayıs 1963 tarihindeki ikinci başkaldırısı da gene, o tarihte Başbakanlık görevini sürdüren İsmet İnönü tarafından bastırılmış ve elebaşılar bu hareketlerini hayatlarınla ödemişlerdir. Yalnızca bu üç örnek CHP ve liderinin “askerî vesayet”i kaldırma niyet ve çabasında olduğunu gösteren en basit örneklerdir.
12 Mart 1971 darbesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi dağıtılmadan geçiştirilmesi gene İsmet İnönü ve CHP’nin gayreti ve fedakârlığı ile olmuştur. CHP bu şekilde bir taraftan yönetimin tümüyle silahlı kuvvetlere geçmesine engel olmuş, diğer taraftan da “askerî vesayetçi” damgası yemiştir.
Kendini yenilemeye çalışan CHP’nin neden bu tarihi olayları açıkça anlatamadığına şaşıyorum. Yakın tarihimizin bu olayları konusunda açıklamalar yapılarak CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki demokrasiye geçiş geçiş döneminde ve demokratik yönetimin devamında ne kadar önemli bir yer tuttuğu anlatılabilmelidir. Ancak bu çalışma yapılırken CHP yönetiminin ve pek çok sempatizanının, çok yakın tarihimizde yer alan (28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007) silahlı kuvvetler hareketlerine olumlu bir gözle baktığı da itiraf edilmelidir. Olaylar o kadar tazedir ki, unutulamaz ve gözardı edilemez.
“Asker’ı vesayet” konusunda yapılan eleştirilere CHP cesaretle karşı durmazsa, ancak inkâr ile değil, günün olayları karşısındaki parti tutumunu, gerektiğinde eleştirel bir şekilde de olsa açıklayarak, ve Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesi konusundaki hizmetlerini sayarak söylenenlere karşı gelmezse siyaset hayatında saygın bir yer alması zor olacaktır. Yanlışları kabul etmek çok defa karşıtlara söyleyecek söz bırakmaz.
Geçmişle hesaplaşmak, geçmişin artılarını ve eksiklerini yeni nesillere ve hatta çok şey bildiklerini kabul eden politikacılara anlatabilmek için geçmişi tüm gerçekleriyle bilmek gerekir. Öyle görünüyor ki bilgisizlikte kaynaklanan bir korku günümüz CHP’yi sarıp sarmalamış durumda. O halde en önemli önceliklerden bir tanesi bilgi sahibi olmak.
Yalnızca eleştirileri karşılamak için değil, güncel siyasette de çıkan bir dizi fırsatı değerlendirmek için CHP yönetimlerinin geçmişteki çalışmalarını iyi bilmek gerekir. Burada büyük bir eksiklik göze çarpmakta. Çok güncel bir örnek verirsek: İlkokul çocuklarına süt verilmesi ile görülen bir dizi aksaklık CHP’liler tarafından eleştirilmekte. Kimsenin hatırlamadığı, bilmediği veya unuttuğu bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi bedava süt dağıtımı. 1989 – 1994 yılları arasında, o tarihte SHP tarafından kazanılmış olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin seçim kampanyası programındaydı. Seçimin kazanılmasından sonra beş yıl içerisinde  0 – 1 yaş arsındaki çocuklara ailelerin başvurusu üzerine 10 milyon şişe süt dağıtıldı. 1963 Haşim İşcan, 1973 Ahmet İsvan, 1977 Aytekin Kotil ve son olarak 1989 Nurettin Sözen döneminde İstanbul kenti ve İstanbullular için yapılanları ve de planlananları CHP’de günümüzde siyaset yapanların iyi bilmesi ve de devamlı sözünü etmesi gerekir. Bu dönemlerde planlanıp başlanamayan projeler de önemlidir. Bunların nerdeyse tamamı sonradan gelen Belediye yönetimlerince uygulanmıştır. Bir bölümü ise maalesef akla yatkın olmayan sebepler gösterilerek iptal edilmiştir.
Geçmişi bilmek ve iyiyi kötüyü çekinmeden söylemek kadar önemli olan, geleceğe dönük projelerin geliştirilmesi ve muhalefet yaparken dahi halka sunulmasıdır. Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, halkımız değişime ve iyi yaşam koşullarına kavuşmak için kendisine sunulan fırsatları kullanmaya çok açıktır.
CHP’nin öncelikle 12 Eylül 1980 darbesinin izlerini sailecek, Türkiye Cumhuriyeti’ni gerçek bir demokrasiye kavuşturacak çalışmalara başlaması ve seçmene sunması gerekir. Bu kapsamda, binlerce yıldır birlikte yaşadığımız Kürt kardeşlerimizin de, olumsuz anlamda ayrıcalıklı olarak değil, tüm haklara sahip olacak halkımızın bir parçası olduğu hiç unutulmamalıdır. 75 milyon nüfusa sahip bir ülkeyi başkent Ankara’dan yönetmek, iletişimde yaşadığımız tüm gelişmelere rağmen, neredeyse olanak dışıdır. Dolayısıyla yerinden yönetim ilkelerinin uygulanabileceği, kültürel farklılıkların ve değişik kimliklerin gözardı edilmeyeceği ve bütünleşmeye engel olmayacak gerçekçi bir yönetim projesinin geliştirilmesi gereklidir.
Demokrasi sözcüğünü kullandığımızda, akla gelmesi gerekli olan en önemli konulardan biri belki de birincisi “parti içi demokrasi” olmalıdır. Her ne kadar son tüzük değişikliği ile bu konuda birdizi adım atılmışsa da, daha pek çok eksik vardır.
Parti üyeliğinin “gerçek üyelik” durumuna getirilmesi, toplu üye yazılımının geçerli olmaması, duruma ve kişiye özel durumlar sebep gösterilerek üye yazılmaması, üyelerin aidatlarını düzenli ödemelerinin bir parti görevi olduğunun üzerinde durulması üyelik konusunda ilk dikkat edilecek unsurlardır. Gerçek üyelere sahip olmayan bir siyasi partinin demokrasiden söz etmesi abesle iştigal olur.
Parti içi görevlere seçilmiş olan üyeler, yönetim kurulları başkan ve üyeleri, seçildikleri kongrenin kararıyla görevden alınmalıdırlar. Parti organları için yapılacak seçimler, ilçe yönetim kurulları da dahil olmak üzere, çarşaf listede gösterilen adaylar ile yapılmalıdır. Yerel Yönetim ve Genel seçimlerde adaylar tüm üyelerin katılabileceği ön seçimle belirlenmelidir. Kontenjan adayları son derece sınırlı bir sayıyla kısıtlanmalıdır. Belki de yalnızca 50 üzerinde milletvekili çıkan illerde adayların % 5’i bu kapsam içerisine alınabilir.
“Yeni” olarak adkandırılan CHP’de düşünce yöntemi yenilenirken, kadroların da yenilenmesini “olmazsa olmaz” bir koşul olarak görmek yanlıştır. Eski kadrolardan yeni düşünce tarzına uyum sağlayan pek çok kişi olabilir. Maharet yeniliğe uyum sağlayan deneyimli partililerle genç nesil partilileri kaynaştırmak, eski partililerin deneyimlerinden faydalanabilecek yöntemleri bulmaktır. Üstad Hilmi Yavuz’un yakın zamanda verdiği bir ropörtajda söylediklerini dikkatle hatırlamak gerekir. Yavuz ne demişti; “Müslümanlar giderek Kemalist oldular” Burada kastedilen şudur diye düşünüyorum: Türkiye’de İslam inancını temsil etme çabasındaki AK Parti, kendilerini Kemalist olarak adlandıran şekilci Atatürkçülere benzer duruma düşmektedir. Kendilerini “Kemalist” olarak adlandıranlar Atratürk’ün devrimci ve hatta pragmatist, yeniliğe açık düşünmce yapısının yerine tutucu ve şekilciliği yerleştirmişlerdir. Bu tanımı ile Kemalizm olumsuz bir anlam taşımaya başlamıştır. İşte “yeni” CHP’nin kesinlikle bu kalıbın dışına çıkması ve yeniliğe, devrimciliğe ve çağdaş gelişmelere açık olması gerekir. Bu amaçla ilk yapuılacak işlerden biri de 1931 CHF 3.Kurultayında kabul edilmiş ve 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti anayasasına alınmış olan “Altıok”un yeniden çağdaş gelişmelere, Türkiye’nin halihazır siyasal, sosyal ve ekonomik durumuna göre yeniden yorumlanmasıdır.
“Altıok” gibi bir tabunun yeniden yorumlanarak çağdaş gereklere uyum sağlaması yeni bir programda yer almalıdır. Bu yeni programın bir “profesörler kurulu” tarafından hazırlanması   yanlışından kesinlikle kaçınılmalıdır. Partinin en küçük örgüt birimlerinde başlayacak tartışmalar Kurultayda son bulmalıdır. Yoksa, bir “profesörler kurulu” tarafından yeniden yorumlanarak, bir günlük bir kurultayda kısıtlı söz hakkı tanınan delegelerce tartışılarak kabul edilmesi halinde CHP’de “eski hamam eski tas” her şeyin son 20 yılda olduğu gibi devam ettiğini gösterecektir.
CHP içindeki “parti içi” muhalefete olumsuz bakmamak gerekir. Tevfik Fikret’in dediği gibi: “Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar”. Parti içi koltuk kavgası için olmayan, gerçekten düşüncelerin çarpıştığı tartışmalar partiye doğru yolu gösteren sonuçlar doğurur. Unutmayalım ki, CHP’nin genel seçimlerde en fazla oy aldığı 1977 seçimleri 1965 yılından beri süren “ortanın solu” tartışmalarının sona ermesi ve CHP’nin Bülent Ecevit liderliğinde, bu politikaların öne alınması ile başarılmış ve 1950 yılından beri ilk defa % 41,3 oranında oy alınmıştır. CHP veya yerine kurulan diğer partiler bugüne kadar bu oranda oy alma başarısını gösterememişlerdir. 12 yıllık parti içi tartışma, “değişmez” Genel Başkan İsmet İnönü’nün karşı gelmesine rağmen, parti içi muhalefetin başarıya ulaşması ile sonuçlanmıştır.
Burada CHP’nin elitist ve statükocu tutumunun partiye ne kadar zarar verdiğine değinmek gereksiz diye düşünüyorum. Son 20 yılda alınan seçim sonuçları bu tutumun ayrıca eleştirilmesine gerek bırakmıyor. Yalnızca bir söyleme dikkat çekmeği faydalı görüyorum. CHP’nin her kademedeki yöneticileri düşüncelerinin seçim sonuçlarına aksetmediğini gördükçe, “düşüncelerimizi anlatamıyoruz” demekteler. “Anlatamıyoruz” sözcüğü “anlamıyorlar” sözcüğünün kibarcasıdır. “anlatamıyoruz” dediğinizde halkın sizi anlamadığını kibarca ifade etmiş olursunuz. Siz, siyasetçi olarak, doğru ve halkın beklentilerine cevap veren politikalarla ortaya çıktığınızda ve bu tezleri anlatmak için sokak sokak, ev ev dolaştığınızda, kısacası ciddi bir çalışma gösterdiğinizde, halk çok iyi “anlar”, böylece siz de “anlatabilmiş” olursunuz. Marifet doğru tezleri tesbit ederek bıkıp usanmadan çalışmaktır.
CHP’nin güçlenmesi ve iktidara aday olabilmesi için öncelikle gündem yaratatması ve günlük siyasetin yönetimine en azından ortak olması gerekir. Muhalefet yapmış olmak için her yapılana karşı gelmek yalnızca “muhalefet” kavramına halkın ilgi ve güveninin azaltır. Duran bir saatin günde iki kez doğruyu gösterdiği gibi, her iktidarında gerçekleştirdiği pek çok “doğru” eylem vardır. Muhalefet partisi olarak bu “doğru”ların nasıl “daha doğru” yapılabileceğini söyleyebilirsiniz. Ancak her yapılanın yanlış olduğunu söylerseniz bir süre sonra sözüne inanılmayan çoban durumuna düşersiniz. Gerçekten yanlış bir uygulamaya gösterdiğiniz tepki de ilgi görmemeye başlar.
CHP’lilerin partilerinin artık “devlet partisi” olmadığını kavramaları gerekir. Neredeyse 60 yıldır devamlı muhalefette kalmalarını “devlet partisi” olma düşünce yapısını değiştirememelrinde aramalıdırlar. Nasıl yasa değişiklikleri bir günde toplumsal düşünce değişikliklerini de beraberinde getirmezse, bir günlük kurultaylarda delegelerce yapılan tüzük ve program değişiklikleri de, maalesef 60 yıldır partide süregelen asker ve sivil bürokrasiye dayanan, “devlet partisi” anlayışını değiştirememiştir. O halde ilk yapılacak hamlelerden bir tanesi de bu anlayışın terk edilmesidir.
Geçmişi temsil eden bir muhalefet partisinin başarıya ulaşmasının olanak dışı olduğu 60 yıllık demokrasi tarihimizde son derece açık görülmektedir. CHP seçmen ve seçilenler profiline baktığımızda, her dönemde iktidar partisiyle arasındaki yaş farkı göze çarpacaktır. AK Parti tüzüğündeki üç dönemden daha fazla milletvekili seçilememe maddesi bu konuda dikkate değer.
Sonuç olarak “yeni” CHPénin kılcal damarlarına kadar yenilenmesi gerekir. Toıplumumuz kendi lehine olan değişimi çok çabuk kavrama, doğruyu yanlıştan kısa sürede ayırabilme özelliğine sahip olağanüstü dinamik bir toplumdur. 1950 yılından beri yapılan tüm seçimlerde olağanüstü bilinçli oy kullanmıştır. Bu gerçeği görmek için 1999, 2002 ve 2011 seçim sonuçlarını incelemek yeterlidir. 1999 genel seçimlerinde iktidar olabilen üç parti 2002 seçimlerinde meclise tek bir milletvekili dahi sokamamıştır. 2011 seçimlerinde seçmen oy ziyanına yer vermemiş ve küçük partiler toplamına % 5’in altında oy vermiştir. Böylece yeni anayasayı hazırlaması için, yeni seçilen meclise %  95 temsil  olanağını tanımıştır.
“Yeni” CHP’nin halkın çıkarlarını ve tüm haklarını gözeten bir parti haline gelmesi, kendi içinde parti içi demokrasiyi en mükemmel şekilde uygulayabilmesi, çağdaş dünyaya uyum sağlayabilme becerisini göstermesi gerekir. Bunun için de temellerini koruyarak binayı yeniden inşa etmek gibi bir yol tutulmalıdır. Toplumumuzun yapısı ve eğilimleri dikkate alınarak ve bu yapıya ve eğilimlere, ne kadar parti ilkeelrine aykırı olursa olsun, saygı göstererek yapılacak çalışmalar seçmen tarafından kesinlikle değerlendirilecektir. Bugün AK Partinin aldığı % 50 oyun sırrı biraz da bu uygulamada saklıdır. Bugün sosyal demokrat ve laik düşünceye sahip pek çok seçmen AK partiye oy veriyorsa, aynı şekilde mütedeyyin ve muhafazakâr seçmen de akıllı politikalar üreten CHP’ye oy verebilir. Kısaca, büyüyen ve günümüz dünyasında değişik ve etkin bir güç olarak yerini almaya başlayan Türkiye’nin değişim ve dönüşüme gereksinimi vardır. “Yeni” CHP bu  gerçeği gördüğü ve kendi değişimini de bu doğrultuda yapabildiği sürece başarılı olabilir.


 

 

Yazar Hakkında

Ergun Göknel

Ergun Göknel

1989 Yılında, adı o güne kadar kamuoyunca duyulmamış bir kişi İstanbulluların yaşamına girdi. Bir kentte yaşayanların, bir insanın yaşamının en önemli unsuru SU’yun başına getirildi. Susuzluk çekenler onu suçladılar, ona küfür ettiler.. O güne kadar mahallelerine, evlerine su gelmemiş olanlar, su boruları döşenmeye başlayınca onu kucakladılar, öptüler.
Kimdi bu insan?...

Bir yorum yapın

Yorum yapmak için oturum açmalısınız. İsterseniz aşağıdan oturum açabilirsiniz.

Twitter response: "Could not authenticate you."

Özel Önerİm

Pizzeria Pidos

Samimi ortamıyla
ev gibi bir İtalyan restoranı.
Gümüşsuyu caddesinde

Websitesine git

Temasa geç

Düşüncelerinizi dinlemekten mutlu olacağım!

Ergun Göknel
34330 Levent, IST
Türkiye

Temasa geç