Makaleler

Eyl01

"Azınlık" sözcüğünden hefret ediyorum

Yazar // Ergun Göknel Kategori // Türkiye

Evet!.... “Azınlık” sözcüğünü hiç sevmiyorum… Bu sözcükten nefret ediyorum…

Nefret ettiğim sözcük ülkemizde çok kullanılıyor, insanlar tarafından nasılsa benimsenmiş.

Ne anlamda kullanıldığını hiç düşündünüz mü?

Diyeceksiniz ki, dünyanın her ülkesinde bu sözcük var, ve belli gurup insanlar için kullanılıyor. Kısaca çoğunluğun kökünden gelmeyenler için.

 

Finlandiya’da Laponlar ve İsveçliler azınlık mı? Yurtları yüzyıllardır üzerinde yaşadıkları topraklar. Burada Finler ile birlikte yüzyıllardır yaşıyorlar. Neden azınlık olsunlar? Onlar da o ülkenin insanları.

Bu anlayışla Kanada’daki Fransız kökenlileri de azınlık saymak gerekir. Ama değiller, çünkü yüzyıllardır Kanada toprağında yaşıyorlar, o topraklar üzerinde doğmuşlar, anaları, babaları, dedeleri de o toprak üzerinde doğmuş, büyümüş, yaşamış ve ölmüş.

Başka ülkelerden de daha pek çok örnek verilebilir.

Gelelim Türkiye’de kullanılan “Azınlık” sözcüğüne: Genelde İslam dininde olmayanlar için kullanılan bir kavram. Hukuk dilindeki yeri Lozan anlaşmasıyla sağlamlaşmış.

Bugün tüm insanların bir arada yaşamasının ve yaşamlarını birbirlerine saygı göstererek sürdürmesinin ne kadar doğru olduğunu temel siyasi kuramları haline getirmiş ülkeler, çok değil yüz yıl önce tam aksini savunuyorlardı. Emperyalist dünyanın, ülkeleri bölerek egemen olma yöntemi tüm dünyada geçerliydi. On yüzyıl öncenin “Haçlı” anlayışı hükmünü sürdürüyordu.

İşte bu anlayıştır ki, zorunlu olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulurken “Azınlık” kavramının ortaya çıkmasına sebep oldu. İslam dinini kabul etmemiş olan çeşitli milletlere “Azınlık” dendi.

Yüzyıllardır Anadolu’da ve Istanbul’da yaşayan Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar bir günde “Azınlık” olmuşlardı. 1931 yılında Anayasamıza giren laiklik kavramı ve laik anlayış bu kavramı nedense değiştiremedi.

Doğal olarak Hitler Almanya’sının ve Mussolini İtalya’sının katı milliyetçi ve ırkçı düşünce yapısı ülkemizi de etkiliyordu.

Ayrıntılara inerek bir tabuyu da yıkmak zorundayız. Gerçekten Türkiyeliysek ve Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı isek ve Anadolu’nun, Istanbul’un tarihsel geçmişini, her anlamda kültürünü benimsiyorsak, çağdaş uygarlığın bir parçası olmaya niyetliysek ve ülkemizin insanlık tarihindeki yerini korumak ve yüceltmek istiyorsak bazı gerçekleri de kabullenmek zorundayız.

Dilleri ve dinleri ayrı olduğu için mübadele ile Yunanistan’a gönderilen insanların bir bölümünün, derinlemesine araştırılınca, Türk asıllı olduğu ortaya çıkacaktır. Kayıtlarda “Karamanlı Rumlar” olarak geçen topluluğun dili Türkçedir. Türkçe yazarken kullandıkları alfabe Grek alfabesi olması, dinlerinin Ortodoks Hıristiyan olması, bu topluluğun Türk asıllı oldukları gerçeğini değiştirmez.

Daha da ileriye gidersek, Yunanistan topraklarında yaşayan “Elen”lerle, Anadolu toprakları üzerinde yaşayan “İyon”ları da ayrı topluluklar olarak düşünebiliriz. Kullandıkları dildeki farklılıklar ve kültürlerindeki çeşitlilik incelendiğinde belli bir ayrılık göze çarpacaktır. Kısaca onlar Anadoluludur “Rum”dur, Yunanistan’dakiler ise Yunanlıdır, “Elen” dir.

Moldavya’da yaşayan Gagavuzlar Ortodoks Hıristiyan inancına sahiplerdir. Birkaç yıl öncesine kadar Kiril alfabesi kullanmaktaydılar. Dilleri de yarı yarıya Rusça ve Romence ile karışmış Oğuz Türkçesidir. Bütün bu özellikler onların geniş anlamda Türk toplumuna ait oldukları gerçeğini değiştirmez. Ve ülkemizde de Türk olarak kabul edilmektedirler.

Buraya kadar yazdıklarım olaya “Millet” anlayışı ile bakılmasına karşı söyleyeceklerim. Aslında, yılların uygulamasını, özellikle çağımızda, “Yurttaş” ve “Vatandaş” kavramı kapsamında yeniden düzenlemeliyiz. Düşüncelerimizi bu doğrultuda yeni temeller üzerine oturtmalıyız.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesini incelediğimizde, Cumhuriyetin de bu kavramlar üzerine kurulduğunu açıklıkla görürüz.

Ülkemizde yaşayan çeşitli toplulukların, “yurttaş” ve “vatandaş” kapsamı içerisinde bütünleşmesi için önce düşünce tarzının değişmesi gerekmektedir. Bu değişiklik yalnızca çoğunlukta olanlar için geçerli değildir. Günümüze kadar “Azınlık” olarak adlandırılmış olanların da düşüncelerinde devrim yapmaları gerekir.

Ufak bir şekil değişikliği yol gösterici olabilir.

Neden Bay Moiz veya Bay Kirkor veya Bay Yani diyoruz da Moiz Bey, Kirkor Bey veya Yani Bey demiyoruz? Ahmet Bey’e, Bay Ahmet mi diyoruz. Bazılarımız daha da ileri gidiyor: Mösyö Moiz, Mösyö Kirkor veya Mösyö Yani deme alışkanlıklarından kurtulamıyor.

Daha hitap şeklimizde ayrımcılığa başlıyoruz. Lütfen ayrımcılığı bırakalım. Bu topraklar üzerinde doğmuş, büyümüş, askerlik görevini yapmış kişileri çoğunluktan ayırıp, onlara “Azınlık” demekten vaz geçelim. “Çoğunluk ve“Azınlık” ayrımcılığının hiçbirimize bir kazanç sağlamadığını ve sağlamayacağını bilelim. Bu gerçeğin bilincine varıp, ona göre düşünelim, ona göre hareket edelim.

Seksen yıl önce inançları dolayısıyla “Azınlık” sıfatını almış toplulukların yanında bugün çeşitli yönleriyle düzene (statükoya) uymayan kütleler de “Azınlık” durumuna düşmektedir. İnsanlar cinsel tercihleri, veya kültürel tercihleri, mensup oldukları etnik topluluklar ve de İslam dinini değişik şekilde yorumlamaya dayalı inançları dolayısıyla da “Azınlık” sayılabilirler. Onlara bu sıfatı kondurmak büyük haksızlıktır. Hepimiz önce insanız ve de çevremize insanlık anlayışı ve insan sevgisi ile bakmalıyız. İnsanlık konusunda geniş bir ufka sahip olmalıyız. Hangi inançta olursa olsun, hangi ırktan ve milletten olursa olsun ve tercihleri ne olursa olsun “Önce İnsan” kavramı tek yol gösterici olmalıdır. İnsana sevgi ve saygı tek yol gösterici ilkedir.

Hepimizin, bu topraklar üzerinde yaşayan, yüzyıllar boyunca dedelerimizin de yaşadığı bu ülkede bir bütün olmamız gerektiğinin bilincine varabilmek için ön koşul, her şeyden önce hepimizin bu toprakların yetiştirdiği insanlar olduğunu kabullenmemiz gerekir. Bizim bugünümüz, çocuklarımızın yarını bu topraklardadır. Yüzyıllarca böyle olmuştur. Bundan sonra da böyle olacaktır.

Aksini düşünmek hepimizi, tüm yurttaşlarımızı rahatsız ve huzursuz duruma düşürür. Maddi ve manevi büyük zararlara uğrarız. Daha basit bir deyimle hiç birimiz kazanamayız, hepimiz kaybederiz.

Yazımın başında söylediklerimi tekrarlayacağım:

“Azınlık” sözcüğünü hiç sevmiyorum… Bu sözcükten nefret ediyorum…

Sizler de aynı duygulara sahip olduğunuzda, inanın ülkemizde yaşam daha güzel, daha hoş ve daha yaşanır olacak.

Yazar Hakkında

Ergun Göknel

Ergun Göknel

1989 Yılında, adı o güne kadar kamuoyunca duyulmamış bir kişi İstanbulluların yaşamına girdi. Bir kentte yaşayanların, bir insanın yaşamının en önemli unsuru SU’yun başına getirildi. Susuzluk çekenler onu suçladılar, ona küfür ettiler.. O güne kadar mahallelerine, evlerine su gelmemiş olanlar, su boruları döşenmeye başlayınca onu kucakladılar, öptüler.
Kimdi bu insan?...

Bir yorum yapın

Yorum yapmak için oturum açmalısınız. İsterseniz aşağıdan oturum açabilirsiniz.

Twitter response: "Could not authenticate you."

Özel Önerİm

Pizzeria Pidos

Samimi ortamıyla
ev gibi bir İtalyan restoranı.
Gümüşsuyu caddesinde

Websitesine git

Temasa geç

Düşüncelerinizi dinlemekten mutlu olacağım!

Ergun Göknel
34330 Levent, IST
Türkiye

Temasa geç