Makaleler

Ağu21

Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye'yi üye olarak istememe gerekçelerine karşı tezler I

Yazar // Ergun Göknel

Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye'yi üye olarak istememe gerekçelerine karşı tezler I

Avrupa Birliği ülkeleri genelde kendi kamuoylarının baskısını bahane ederek Türkiyenin AB üyeliğini engellemektedirler. Gerçekte, ileri sürülen gerekçelere kolayca karşı tezler üretilebilir. Önemli olan bu karşı tezleri yeterince AB ülkelerinin kamuoylarına ve de özellikle iktidarda olsun, muhalefette olsun siyasi partilerine anlatabilmek ve öne sürdükleri tezlerin ne kadar yanlış olduğuna onları ikna edebilmektir.

• “Türkiye ne coğrafi ne de kültürel olarak Avrupa’ya ait değildir”. Önce kültürü ele alalım. Anadolu binlerce yıldır çok sayıda kültürün karışımından birbiriyle yoğrulmasından oluşmuş bir yumaktır. Tarih boyunca Hitit’ler, Frig’ler, Kimmer’ler, Lid’ler, Grek kolonicileri Batı ve Orta Anadolu’da; Kelkit’ler, Kalde’liler, Makron’lar, eski Asur’lular, Arap’lar Güney, Güneydoğu Anadolu’ya ve Karadeniz kıyılarına yerleştiler. Önce çok tanrılı dinler sonra Hristiyanlık ve son olarak da İslam Anadolu’da hakim din oldu. Sonuçta kendine has bir Anadolu kültürü doğmuş oldu. Belki değişik dinlerde ve değişik diller kullanan fakat sonuç olarak davranış, töre, yaşam biçimi ve tat alınan zevkler olarak bir bütün halindeki bugünkü kültürümüz meydana geldi. Bu gerçeğin gösterdiği Türkiye’nin, Arap ülkeleri veya İran gibi tek bir kültürün temsilcisi olmadığıdır. Türkiye dünyada eşi bulunmayan bir kültür karışımıdır. Anadolu, dünyanın kültür karışımıdır, Avrupa’nın, neredeyse, tek düzeliğinden çok uzaktır.

• “AB’nin temelinde Yahudi-Hristiyan ahlak anlayışı, Rönesans ve aydınlanma vardır”. AB’nin unuttuğu önemli bir gerçek, Hristiyanlığın Anadolu’da geliştiğidir. Son bin beş yüz yıl boyunca Hristiyan-Türk-İslam anlayışı bu kara parçasında yaşayanların ahlak anlayışının temelini oluşturmuştur. Bugünkü AB ülkeleri Yahudilere işkence yapar, onları katleder ve, çok değil daha 70 yıl önce Yahudi ırkına soykırım uygularken, Bugünkü Türkiye toprakları üzerinde Yahudiler 500 yıldır yaşamakta, dillerini özgürce kullanmakta, dinlerini uygulamaktaydılar. Rönesans’ın temelini oluşturan Elen uygarlığına ait yazılı eserler İslam filozofları yoluyla Avrupa’ya geri dönüyordu. Avrupa’nın en karanlık döneminde, din savaşları ile insanlar perişan edilirken İslam bilginleri Elen ve Roma filozoflarını okumakta ve yorumlamaktaydı. Son 400 yılın AB ülkelerinde bıraktığı Osmanlı dönemi Türk eserleri, 200 yıldır yok edile edile bitirilememiştir. Son olarak Bosna-Hersek kıyımında tarihin yok edilmesinin üzerinden henüz on yıl geçmiştir. Ve bugün AB ülkelerinde yaşayan on yedi milyona yaklaşan Müslüman/Türk nüfusun Avrupa kültürünü, inanışlarını etkilemediği sanılıyorsa büyük bir yanılgıya düşülmektedir.

• “Türkiye insan hakları ilkelerine uymamaktadır.” İlk bakışta doğru sayılabilecek bir gerekçe gibi görünse de Türk halkının büyük çoğunluğunun, 12 Eylül sonrası yasalarının değişmesi ile, kısa sürede bireysel hakları sahipleneceği şimdiden görülmektedir. İşkencenin, son yedi yıldır sistematik uygulanması yoktur. Daha 70 yıl öncesi İtalya’sının faşist ceza kanununun çevirisi olan Türk Ceza Kanunu değiştirilmiştir. Bu kanunun İtalya’da değiştirilmesinin tarihi de elli yıl öncedir. Almanya Anayasası’nın değiştirilerek Almanya vatandaşı olmak için “Alman ırkı”ndan olma koşulunun kaldırılması on iki yıl öncesine gitmektedir. Bugün dahi Almanya ve Fransa gibi iki büyük ve önde gelen AB ülkesinde Müslüman kadınların inançları gereği örtünmeleri yasaklanmakta ve öğrenme hakları kısıtlanmaktadır. Bu olgu geniş bir incelemenin konusu olmalıdır. AB ülkelerinde, bağnaz Hristiyanlık anlayışı, koyu milliyetçilik, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yeniden dirilmektedir.

• “Türkiye’nin AB üyeliği ile yaklaşık üç milyon kişinin AB ülkelerine göç edeceği hesaplanmaktadır. Bugün AB ülkelerinde 17 milyona yakın Müslüman yaşamaktadır. Müslüman nüfusun çoğu entegre olamamıştır. Yeni bir göç dalgası yeni sorunlar doğuracaktır.” Bu gerekçenin tercümesi şudur: Ucuz iş gücü önümüzdeki on yılda AB’ye yeni katılan ülkelerden sağlanabilecektir. Ayrıca bu ülkelerin tüketim harcamalarının artması da eski AB ülkelerinin ekonomisine yeni bir kan verecektir. Yeni katılan ülkelerin tamamı Hristiyan olduğu için de büyük bir kültür şoku yaşanmayacaktır. Unutulan, Bulgaristan, Kıbrıs ve hatta Romanya’da yaşayan büyük Türk azınlığıdır. Belli bir süre içerisinde bu ülkelerde yaşayan Türkler de eski AB ülkelerinin işçi pazarına dahil olacaklardır. Bugünkü AB ülkelerindeki Müslüman nüfusun neden 40 yılı aşkın bir süreden sonra dahi entegre olamadığını ve bir anlamda “getto”lar içinde yaşadığını AB’nin kendisi sorgulamalıdır. Ucuz işgücü kaynağından başka bir konumda görülmeyen bu insanlar, kendilerini korumak ve birbirleriyle dayanışmayı sağlayabilmek, dışlanmaktan kısıtlı da olsa kurtulabilmek için kapalı bir toplum oluşturmakta ve geldikleri ülkenin, geldikleri yıllardaki yaşam şeklini korumaktadırlar. Dolayısıyla kendi ülkeleri, seneler geçtikçe, belli bir ilerleme kaydetse dahi, onlar göç ettikleri ülkede ki yaşamlarını hiç gelişmeden durağan şekilde devam etmektedirler. O kadar ki çocuklarının öğrenimde ilerlemeleri bile büyük mücadelelerle sağlanabilmektedir. “Onlar ucuz ve zor/ kirli işleri yapan işgücü olarak korunmak istenmektedir.”

• “AB’nin kuruluşunda, bir tür “Avrupa Birleşik Devletleri” düşüncesi ve hedefi mevcuttur. 20 yıl sonra Avrupa’nın nüfusça en büyük ülkesi olacak olan Türkiye bu hedefin erişilmesini tehlikeye sokmaktadır.” AB ülkelerinin entegrasyonu ilerleyip, AB Anayasası ve yönetim şekli eksiksiz uygulanmaya başladığında Türkiye gibi büyük bir ülke AB politikalarında çok ciddi söz sahibi olacaktır. Türkiye toprakça en büyük ülke olacağı gibi, nüfusça da önce ikinci, bir süre sonra da birinci büyük ülke olacaktır. Bu özellikleri ile de Avrupa Parlamentosuna sayıca en fazla temsilci gönderme, ve AB Komisyonunda en fazla üye bulundurma hakkına sahip olacaktır. Alınacak kararlarda gerek üye adedi gerekse nüfusu dolayısıyla ciddi söz sahibi olacaktır. Bu haliyle de özellikle Almanya/Fransa hegemonyasını kırabilmesi olanağı doğacaktır.

Gelecek yazıda karşı tezlere devam edeceğiz.

Yazar Hakkında

Ergun Göknel

Ergun Göknel

1989 Yılında, adı o güne kadar kamuoyunca duyulmamış bir kişi İstanbulluların yaşamına girdi. Bir kentte yaşayanların, bir insanın yaşamının en önemli unsuru SU’yun başına getirildi. Susuzluk çekenler onu suçladılar, ona küfür ettiler.. O güne kadar mahallelerine, evlerine su gelmemiş olanlar, su boruları döşenmeye başlayınca onu kucakladılar, öptüler.
Kimdi bu insan?...

Bir yorum yapın

Yorum yapmak için oturum açmalısınız. İsterseniz aşağıdan oturum açabilirsiniz.

Twitter response: "Could not authenticate you."

Özel Önerİm

Pizzeria Pidos

Samimi ortamıyla
ev gibi bir İtalyan restoranı.
Gümüşsuyu caddesinde

Websitesine git

Temasa geç

Düşüncelerinizi dinlemekten mutlu olacağım!

Ergun Göknel
34330 Levent, IST
Türkiye

Temasa geç