Makaleler

Ara11

ARAP BAHARI VE YENİ DÜZEN

Yazar // Ergun Göknel Kategori // Orta Doğu

ARAP BAHARI VE YENİ DÜZEN

Bu yazı Deniz Gökçe’nin Akşam Gazetesinde 7 Kasım 2011 tarihinde yayınlanan “Arap Baharı İlk Meyvesini Verdi” yazısından esinlenerek yazılmıştır.

Tunus, Mısır, Libya ve sırada Yemen, Suriye sonrada Suudi Arabistan ve diğerleri... Arap Baharı İslam ülkelerinde bugün “demokrasi” olarak adlandırdığımız Batı benzeri yönetim şeklinin İslam inancına sahip toplumlarda ne derecede uygulanabileceği konusunda kayda değer bir değişimi haber veriyor.
Anayasasına göre laik fakat gene de din eğitiminin yapıldığı ve din adamalarına devlet tarafından bütçesinde hatırı sayılır bir dilim ayıran Türkiye Cumhuriyeti model olarak alınabilir mi?

Bu ülkelerde eski emperyalist ülkelerin yeni sömürü düzenini yürütmek amacıyla değişik modeller yaratma çabası nasıl sonuçlanacak? Şu anda bilinen gerçek, özellikle Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da İslam ülkelerinin gerçek bir değişimle karşı karşıya olmaları. Dünyada iletişim teknolojisinin gelişmesi, haberleşmenin son yirmi yılda görülen inanılmaz hızlanması, dünyada herkesin her şeyi görebilmesi, yoksulluk ile varlıklı dünyanın kolayca karşılaştırılabilir duruma gelmesi büyük kitlelerin kapalı toplum düzeninden çıkmalarını tetikledi. Günümüz dünyasında iyi yaşamanın ne demek olduğunun insanlar artık farkında ve bu yaşam tarzına erişmek istiyorlar. Kısaca sömürünün her türlüsüne başkaldırıyorlar. Bu başkaldırı ABD’de “occupy” hareketi ile bir kargaşa özelliği taşırken, Arap dünyasında inancın önderliğinde organize olarak ve oluşmaya başlayan bir ideoloji içerisinde görülüyor. Otoriter rejimler yıkılıyor, onlarca yıldır hüküm süren despotlar yok ediliyor, kalanların devrilmesi için de kavga devam ediyor. Şimdi soru: Yeni düzen ne olacak?
2011 yılı Ocak ayında Tunus’da başlayan başkaldırı hareketiyle ortaya çıkan Arap Baharı 23 Ekim 2011 Pazar günü Tunus’da yapılan seçimlerle yeni düzenin ilk ipuçlarını ortaya çıkardı. Tunus’dan sonra Mısır ve en sonunda da Libya’da diktatörlerin devrilmesi bu ülkelerde demokratik seçimlerin yapılması olasılığı ümidini doğurdu. Suriye, Bahreyn ve Yemen’deki otoriter rejimler halk ayaklanmalarına karşı kanlı bastırma hareketlerine devam ediyorlar.
Bütün bu ülkelerde, en organize siyasal güç olan, İslam düşüncesinin ağırlık kazandığı partilerin iktidara gelmesi beklenmekte. Bu beklenti de başta ABD ve Almanya olmak üzere tüm Batı dünyasının uykusunu kaçırmakta. Tüm Arap ülkelerinin İran gibi radikal İslam rejimleri tarafından yönetileceği düşüncesi hâkim. Bu düşünce biraz bilgisizlikten biraz da aşırı endişe ve korkudan kaynaklanmakta. 11 Eylül 2001 gününden beri tüm Batı dünyasında hüküm süren İslamofobi (İslam düşmanlığı) fırtınası henüz dinmiş değil, kısa sürede yavaşlıyacağa da benzemiyor. İslam inancının doğru tanınmaması bu önyargıyı besliyor.

Batı ülkeleri tarafından dehşet ve korkuyla izlenen Tunus seçimleri ne sonuç verdi? 23 Ekim günü yapılan seçimlerde En-Nahda (Uyanış) partisi birinci parti olarak çıktı. Aldığı % 41,47 oyla 217 parlamenterden 90 tanesini çıkardı. 30 parlamenterle ikinci büyük parti olarak sosyal demokrat CRP (Cumhuriyetçi Kongre Partisi) ve üçüncü olarak 21 parlamenterle liberal sol eğilimli Al-Takattul (İş ve Özgürlük için Demokratik Forum) meclise girdi.  Yüzlerce yabancı gözlemcinin belirttiği gibi seçim düzenli ve dürüst bir şekilde yapıldı. 7 milyon seçmenden % 90’ı oy kullandı. Adayların % 50’si 47 yaşın altındaydı. Seçilen 49 (% 24) kadın parlamenterin 42 tanesi En-Nahda partisine mensup.
Tek bir parti çoğunluğa sahip olmadığı için En-Nahda liderliğinde sosyal demokrat CRP ve Liberal Al-Takattul koalisyon hükümeti kurmak üzere anlaştılar. Yönetimin üç üst sandalyesi  konusunda da mutabakata varıldı. Meclis Başkanlığını Al-Takatttul lideri Mustafa Bin Cafer, geçici cumhurbaşkanlığını CPR lideri Monsef Marzuki üstlenirken, En Nahda Genel Sekreteri Hamadi Cibali  Başbakan oldu.
İslami ilkelere sahip En Nahda’nın sola dönük partilerle işbirliği Tunus için yeni bir olay değil. 1979 yılında hareketin sözcüleri durumunda olan yayın organları Maarifa ve Müctema kapatıldığında ve 1981 yılında parti lideri Gannuşi tutuklandığında sol partilerin desteği görüldü. 2005 yılında kurulan 18 Ekim Hareketi’nde de Sol ve İslam inancını öne çıkaranlar ittifak halindeydiler.
Tunus seçimlerinin galibi En Nahda partisi hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bu partinin oluşumu ve bugün izlediği ilkeler önümüzdeki yıllarda tüm Arap (İslam) ülkelerinde yol gösterici olabilir. Bugün Arap Baharı ülkelerinde Türkiye Cumhuriyeti ve AKP model olarak anılmakta. Görülecektir ki, En Nahda tarihi, Osmanlı İmparatorluğu’nun değişim dönemine kadar gitmekte ve bu dönemden fazlasıyla esinlenmektedir.
En-Nahda hareketinin geçmişi Osmanlı İmparatorluğu’nun Tanzimat hareketine ve daha sonra da Genç Türkler hareketine uzanmaktadır. Hareketin kurucusu olarak kabul edilen ve aslında 1826 yılında Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından Paris’deki askeri akademideki Mısır subaylarına imam olarak gönderilen Al-Tahtawi, Batının fen ve eğitim yöntemlerini öğrenmesi için görevlendirilmişti. Siyasal görüşleri kısmen El Ezher öğretiminin etkisi altında kalmışsa da parlamentarizm, kadınların eğitilmesi ve sekülarizm konularındaki fikirleri Batı Avrupa düşünce şekline sahipti. Tahtawi, Mısır’ın ve Müslümanların batıdan pek çok şey öğrenebileceklerini fakat uygulanacak değişimin İslam kültürel değerleri ile kaynaştırılması gerektiğini ileri sürüyordu.
Cemaleddin Afgani’nin İslama yeni bir bakış açısı getirmesi ve otoriter monarşilerin yerine temsile dayanan yönetimi tercih etmesi özellikle 1924 yılında Osmanlı Halifeliğinin lağvedilmesi ile Arap dünyasında yer etmeye başladı. Afgani’nin öğrencileri arasında Muhammed Abduh, dört Halife dönemindeki “gerçek” İslam uygulamalarına dönüşü savundu. Allah ve Kur’an önderliğinde Müslümanların sömürgecilere ve haksızlıklara karşı güçlü olacaklarını ileri sürdü.
Mısır’da gelişen “Müslüman Kardeşler” hareketi tüm bu düşüncelerden esinlenirken, komşu Arap ülkelerinde de benzer hareketler oluşmaktaydı. El Nahda Seyyid Qutb’un düşüncelerinden geleneksel olarak etkilense de, katı İslami bir parti olarak değil, demokrasiyi savunan ve “Tunus tipi İslami Parti” olarak kendini tanıtan siyasal çoğulculuğu kabul ederek Batı ile diyalog halinde bulunan bir parti olarak yükseldi.
1989 yılında yapılan seçimlere yasaklandığı için giremeyince, bağımsız adaylar yoluyla % 17 oy alan En Nahda iki yıl sonra Cumhurbaşkanı Ben Ali tarafından yasaklandı ve 25.000 aktif üyesi tutuklandı.
22 Ocak 2011 tarihinde El Cezire televizyonunda yapılan bir röportajda Gannuşi, Halifeliğe karşı olduğunu açıklıyordu. 18 Mayıs günü parti sözcüsü Samir Dilou teokrasi değil demokratik bir devlet hedeflediklerini ve daha fazla özgürlük istediklerini açıklıyordu.”İnsanlar kendi istedikleri gibi yaşamalılar.” Sözlerinin arkasından Türkiye’yi devlet ile din ilşkilerinde örnek olarak gösteriyordu. Genel olarak, En Nahda sosyal olarak ortada ve ekonomik liberalizmi destekler şekilde tanımlanmaktadır. Katı seküler ve sol ilkeleri reddederek, İslam inancının rahatça uygulanmasını savunmaktadır. Aynı zamanda katı İslam anlayışını Tunus için doğru bir yönetim tarzı olmadığını reddederken Taliban ve Suudi yönetim anlayışını kabul etmediklerini söylemektedir.

En-Nahda’nin şimdiki lideri Raşid al-Gannuşi eski rejim tarafından uzun hapis cezalarına çarptırılmış ve son 22 yılını İngiltere’de sürgünde geçirmiş bir politikacı. Şam üniversitesinde felsefe öğrenimi gördüğü yıllarda Sosyalist Parti üyesi. Sonraları İslam siyasal düşünceyi benimseyerek Tunus toplumunu İslam ilkeleri doğrultusunda modernleştirme, değiştirme çabasına giriyor. 1981 yılında,  Burgiba’nın ölümünden sonra En Nahda’nın öncüsü olan  “İslami Eğilim Hareketi”ni kuruyor. Hareket, tek parti yönetimini reddederek siyasal çoğulculuğu ve demokrasiyi öngörüyor.
Partisini Türkiye’de iktidarda olan AKP ve Almanya ve İtalya’daki Hristiyan Demokrat Partilere eşdeğer olarak kabul ediyor. Bireysel özgürlüğün ve özellikle de kadın haklarının öneminin altını çiziyor. Toplumsal haksızlıkların değişimini savunuyor.  Ülkede şeriat hükümlerinin geçerli olmayacağını ısrarla belirtiyor. Ancak, daha önceki rejimin anayasasında olduğu gibi yeni anayasada da Tunus bir İslam devleti olarak tanımlanacak. En Nahda liderleri demokrasi, hukuk devleti ve kalkınmanın yanında inanç özgürlüğünü de anayasal güvenceye kavuşturmayı hedeflemekteler.
Gannuşi’nin politik olarak aktif olan iki kızı da partinin hedeflerini tanımlarken En-Nahda’nın İslamcı bir parti olmadığının altını çiziyorlar. Fuşya bir eşarpla başını örten İntizar al-Gannuşi, “Yeni Tunus’da “bölünme noktası” İslamcılar ile laikler arasında değil, demokrasiye, halkı temsil eden bir hükümete ve şeffaflığa inananlarla inanmayanlar arasında olacaktır” diyor. Parti sözcüsü ve Londra’da “Oriental and African Studies” okulunda öğretim görevlisi olan Sümeyye Gannuşi ise, “Biz bölgedeki en ilerici İslam partisiyiz.” demektedir.
Batı basınının ilk günlerdeki korkulu yorumlarına karşın, Gannuşi liderliğindeki En-Nahda demokrasi, pluralism ve liberal ekonomi taraftarıdır. Batı ile diyaloga önem vermektedir. Seçim kampanyasında da bu ilkelere ek olarak yenilikçilik ve yolsuzluk karşıtı söylemlere önem verilmiştir.
Türkiye’nin Tunus üzerindeki etkisi konusunda ilginç iki gerçek, En-Nahda’nın seçim kampanyasını, önceden AK Parti seçim kampanyasında yer almış bir firmanın yürütmüş olması ve  ve seçim masrafları için Tunus yönetimine Türkiye’nin yardımda bulunmasıdır.
Arap Baharında yer alan tüm ülkelerin Tunus gibi olumlu bir başlangıç yaşaması iyimserliğine hemen kapılmamak, gerek Mısır, gerekse Libya’nın kendi özel durumlarını hatırda tutmak gerekir. Suriye, Bahreyn ve Yemen içinse daha bir süre beklemek gerekecek gibi görünmektedir.
Gelişmiş Batı ülkelerinde uygulanan “demokrasi”, gelişmekte olan veya yükselen İslam ülkelerinde uygulandığında, Batı’nın istediği sonuçlar elde edilemiyor. Bu ülkeler seçimlerde Batının yeni sömürgeci ideolojisine kayıtsız şartsız veya kapalı bir şekilde bağlı olacak sonuçlar beklemekte. Özellikle İslam inancına sahip çoğunluğun bulunduğu ülkelerde İslami partiler seçim kazandığında ilk başvurulan çözüm askeri darbeler oluyor. 1990 yılında Cezayir’de FIS’in ve Tunus’da En Nahda’nın seçim zaferlerine karşı, “son çare” olarak askeri darbeler kullanılmıştı. Bgün de Mısır’da aynı senaryo ile karşılaşmaktayız.
Şimdi, zaman içinde İslam ülkelerinde yeni bir yönetim tarzının gelişmesini dikkatle gözlemlememizde fayda var. İslam inancını, İslami ilkeleri Batının demokrasi anlayışıyla kaynaştırıp, zamanla olumsuz pek çok değişikliğe uğramış ve yalnızca “gelişmiş” ülkelerin çıkarına hizmet ettiği zaman kabul edilen batı tipi demokrasi yerine, haksızlıklara karşı olan, adaletli ve bölge halkının inançlarına saygılı bir yönetim ideolojisi yapılanmakta.

Yazar Hakkında

Ergun Göknel

Ergun Göknel

1989 Yılında, adı o güne kadar kamuoyunca duyulmamış bir kişi İstanbulluların yaşamına girdi. Bir kentte yaşayanların, bir insanın yaşamının en önemli unsuru SU’yun başına getirildi. Susuzluk çekenler onu suçladılar, ona küfür ettiler.. O güne kadar mahallelerine, evlerine su gelmemiş olanlar, su boruları döşenmeye başlayınca onu kucakladılar, öptüler.
Kimdi bu insan?...

Bir yorum yapın

Yorum yapmak için oturum açmalısınız. İsterseniz aşağıdan oturum açabilirsiniz.

Twitter response: "Could not authenticate you."

Özel Önerİm

Pizzeria Pidos

Samimi ortamıyla
ev gibi bir İtalyan restoranı.
Gümüşsuyu caddesinde

Websitesine git

Temasa geç

Düşüncelerinizi dinlemekten mutlu olacağım!

Ergun Göknel
34330 Levent, IST
Türkiye

Temasa geç