
Üç yılı aşkın bir süredir güney sınırımızda, Suriye’de devam eden hareketlilik giderek endişe verici şekilde yayılarak Irak’a da sirayet etti. Suriye’de Esed rejimini devirmek amacıyla oluşan muhalefetin bu çabası günümüzde değişik bir özellik taşımaya başladı. Esed muhalefetinin çeşitli unsurları arasından dinsel ve etnik güçlerin giderek Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’dan ayrılarak güçlenmesi ve Suriye dışından aldıkları her türlü yardımın ve insan desteğinin artması ülkenin parçalanması olasılığını arttırmıştır.
Diğer taraftan, son yedi ay içerisinde IŞİD adı altındaki Sünni güçlerin de Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’u ele geçirmeleri ve Kuzey Irak Kürt Özerk bölgesi peşmergelerinin Kerkük’ü işgalleri ile, burada da bölünme fiili bir durum almıştır.
Ocak 2013 tarihinde kaleme aldığımız “TÜRKİYE’NİN GÜNEYİ YENİDEN ŞEKİLLENİYOR” başlıklı yazımızda bu olasılığa şöyle değinmişiz:
“Saddam devrildikten sonra, Şii-Sünni-Kürt ayırımının belirginleşmesi ve yeni kurulan yönetim şeklinde de bu ayırımı güçlendirecek bir yönetim şeklinin geçerli kılınması, ABD güçlerinin çekilmesi ile kalkan baskı, parçalanmanın yeniden bir sonuç olarak oluşmasına yol açmakta.”
16 Mayıs 1916 tarihinde imzalanan Sykes-Picot anlaşması, Çarlık Rusya’sının da mutabakatı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun güney sınırlarındaki siyasal haritayı belirlemişti. Yüz yıl sonra bu bölge ülkeleri yeniden şekillendirilmekte ve yeni bir güç ekseni yaratılmaya çalışılmaktadır. Bakın Eylül 2013 tarihli, “ORTADOĞU’DA YENİ GÜÇ EKSENİ” yazımızda bu gerçeği nasıl ifade etmişiz:
“Bölge jandarması görevini üstlenebilecek yeni bir güç ekseni yaratılmaya çalışılmaktadır. Adını koyarsak: bu güç ekseni İsrail – Kürt Özerk Bölgeleri – Türkiye tarafından oluşturulacaktır. İsrail’in ABD dış politikasında aldığı yer çok iyi bilinen bir gerçektir. Türkiye ise bugüne kadar ABD doğrultusunda bir dış politika izlemiş ancak hiçbir zaman öncü ve tayin edici olmamıştır. Şimdi bölgede yeni bir unsur olarak Kürt Özerk Bölgeleri oluşmaktadır. İran ve Arap ülkelerinin, Şii ve Sünni İslam çatışmalarının dışında kalacak bir güç ortaya çıkarılmaktadır.”
Amerika Birleşik Devletleri 2003 yılında Irak’ı işgal ederek Saddam rejimini devirdikten sonra, bu ülkede var olan etnik ve mezhepsel gruplar arasında Lübnan benzeri bir denge kurabileceğini düşündü. Bu amaçla hazırlanan yeni Irak anayasasında cumhurbaşkanlığı Kürtlere, Başbakanlık Şiilere ve de Meclis Başkanlığı ile Cumhurbaşkanı yardımcılığı da Sünnilere verildi.
ABD güçleri Irak’ta bulunduğu sürece tüm karşılıklı terör hareketlerine rağmen sistem çalışır gibi göründü. Bu arada Kuzey Irak Kürt Özerk Bölgesi Şii-Sünni çatışmasından uzak durarak, barış içinde gelişti. KYP-KPD mücadelesi de Talabani’nin Cumhurbaşkanı seçilmesi, Barzani’nin de Kürt bölgesinde egemen olmasının sağlanması ile çözümlenmiş gibi gözüktü.
Bu dengenin işlemesiyle ABD, Lübnan’daki, Hizbullah-Irak Şii çoğunluğu-Suriye’de Esed rejimi-İran ilişkilerinin bölgeye egemen olmasına engel olabileceğini hayal etti. Ayrıca Suriye’de Sünni muhalefet başkaldırınca da Esed’in kısa sürede iktidardan düşeceğini düşündü. Esed’in devrilme süreci uzun bir zaman dilimine yayılmaya başladıkça, Suriye’de önce Suudi Arabistan ve Katar, sonra da Türkiye tarafından desteklenen Sünni radikal muhalefet güç kazanmaya başladı. Özgür Suriye Ordusu’nun muhalefeti giderek güçsüzleşti.
Suriye konusunda ABD ve müttefiklerinin hesaplayamadıkları veya gözardı ettikleri bir gerçek, Rusya’nın hiçbir zaman Suriye'nin Tartus Limanı'ndaki lojistik ve bakım üssünden vazgeçmeyeceğiydi. Rusya Federasyonu her ne pahasına olursa olsun Akdeniz’deki bu tek deniz üssünün elden çıkmasına izin vermeyecekti. İran ise, Suriye’deki Nusayri azınlığa dayanan Esed rejiminden vazgeçemezdi. Suriye rejimi değiştiğinde Lübnan’daki Hizbullah güçleri ile lojistik ilişki kesilecekti. Diğer taraftan petrol ihtiyacını %60 oranında İran’dan sağlayan Çin de dolaylı olarak İran’ı destekliyordu. Bu gerçekler karşısında Suriye muhalefeti karşısında Rusya-İran ve de dolaylı olarak Çin tarafından oluşturulan bir direniş cephesi bulmuştu. Bu cephe Esed rejimine uluslararası alanda olduğu gibi teknik ve askerî her türlü yardımı yapmaktaydı.
Suriye iç savaşı uzadıkça ABD son 35 yılda iki defa yaptığı yanlışı tekrarladı.
Neydi bu yanlışlar?