Denemeler

Ara18

TAKIYYE VE SİYASET

Yazar // Ergun Göknel Kategori // Genel

TAKIYYE VE SİYASET

Arap Baharı önce Tunus sonra da Mısır’ı gerçek ve sonucu belirlenmemiş seçimlerle tanıştırdı. Her iki ülkede de yapılan seçimlerin dürüst ve hile karışmadan yapıldığı konusunda yabancı gözlemciler ittifak halinde. Ancak bir sorun var: Seçimde kazançlı çıkanlar ve hükümet kurabilecek çoğunluğa sahip partiler Batı tarafından “beğenilen” ler değil.

Tunus'ta Müslüman Kardeşlere yakın El Nahda sola açık iki partiyle koalisyon hükümeti kuruyor. Başbakan, El Nahda’nın genel sekreteri. Mısır’da yapılan seçimlerin ilk aşamasında birinci parti Müslüman Kardeşler görüşünün temsilcisi Hürriyet ve Adalet Partisi (HAP), Selefi görüşü temsilcisi El Nur ise ikinci parti. Böylece İslam inancına ağırlık veren, elitist ve laik olmayan iki parti % 65 çoğunluğa erişmiş durumda.

 

Gerek Tunus gerekse Mısır’da Müslüman Kardeşler siyasetinin temsilcisi partiler İslam inancı ile Batı demokrasisini kaynaştıracak, anti-laik olmayan bir program uygulayacaklarını açıklamaktalar.

Şimdi lütfen 2001 yılı Türkiye’sini hatırlayalım ve muhafazakâr demokrat kimliğiyle iktidara gelen AK Parti’nin görüşlerini ve son on yılda iktidardaki uygulamalarını düşünelim. O zaman Arap Baharı ülkelerinin neden Türkiye’yi ve AK Partiyi örnek olarak alma yolunda olduklarını daha iyi anlayacağız. 2001 seçimleriyle AK Parti tek başına iktidara geldiğinde, elit ve laik kesimde, kısmen basın ve televizyonlarda yapılan yorumlarda, ve dış basında Türkiye’ye “şeriat” geleceği, İran tipi bir yönetim uygulanacağı sık sık görülmekteydi. Aradan on yıl geçince gördük ki Başbakan Recep Tayyib Erdoğan, Mısır, Tunus ve Libya’da meydanlarda yaptığı konuşmalarda, bu ülkeler halkına laik ve demokratik bir yönetim yolunu seçmelerini önermekte. Bu yolun adını “MÜSLÜMAN LAİK” olarak kaydedebiliriz. Gene AK Parti iktidarının ilk yıllarında partinin “takıyye” yaptığı da söylemlerde bol bol yer aldı. On tıl sonra bu söylemlerin hepsinin geçersiz olduğu anlaşıldı.

Arap Baharı ülkelerinde Müslüman Kardeşler mensubu partiler iktidara geldikçe batı basınında da bu partilerin İslam fıkhında yer alan “takıyye” yapıldığı öne sürülecektir. Siyasete ilgi duyanların bu konuda kısaca aydınlanma ihtiyacı olacaktır. Bu sebepten “takıyye” kavramına daha yakından bakacağız.

Kelime anlamı 'örten', 'koruyan' olan 'takıyye', Kur'an'daki Nahl suresinin 106. ayetine dayanarak, Müslümanın zorlayıcı nedenlerle inancını inkar edebilmesi veya gizleyebilmesi anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’in Nahl suresinin 106. Ayeti şöyledir, “Kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece göğsünü küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.”

Görüldüğü gibi “takıyye” ancak zaruret hallerinde ve şartları bulunduğunda caiz görülmüştür. Başka düşüncede olanları ikna etmek, uyarmak için başvurulan kandırıcı hareketler, zorlama olmadığına göre, “takıyye” değil hile sayılır. Diğer inançlara sahip kişiler de siyaset yaparken çevrelerini kandırmak için hile yollarına başvurmaktadırlar. Maalesef bu gibi haller de İslam fıkhından alınan terimle “takıyye” olarak adlandırılmaktadır.

Ünlü fıkıh hocası Hayrettin Karaman Yeni Şafak Gazetesinde 29.12.2009 tarihinde yazdığı “Biz takıyye mi yapıyoruz?” başlıklı yazısında şöyle demektedir:

İçinde yaşadığımız laik demokratik cumhuriyette Müslümanlar, açıkta içki içen ve 'kimse bana karışamaz' diyen Müslümana karşı nasıl davranırlar, ne derler?" sorusuna cevap olarak da:

"Böyle bir düzen içinde başka bir şey yapma imkanına sahip olmayan Müslümanlar, günah işleyen bir Müslümanı uyarırlar, ıslah etmeye çalışırlar, ama bundan öteye gidemezler, "mevcut düzende senin bu hakkın varsa benim de mesela kızımı, başını örterek okutma ve çalıştırma hakkım vardır, olmalıdır" derler.

Bu hal ve şart içinde Müslümanların, İslam'da hükmün ne olduğunu açıkça ifade ettikten sonra "Batı normları düzeyinde demokrasi üzerinden savunma" yapmaları, hak aramaları ne tavizdir, ne takıyyedir ne de haramdır.

Hayrettin Karaman Hocanın bu yorumundan çıkarak, diyebiliriz ki; İslam inancına sahip kişiler de laik bir devlette inançlarına uygun şekilde yaşamalıdırlar. Dünya koşulları ve ülke çoğunluğunun davranışları İslam inancı ile örtüşmüyorsa, bu şartları zorunlu kılmak için ne bireysel olarak ne de, şayet iktidardaki parti İslami bir partiyse, devlet gücünü kullanarak inancın gerektirdiği yasakları zorla kabul ettirmek gerekmez. Ancak “uyarmak” ve ”ıslah etmek” amacıyla çalışılır. İslam inancının gereklerini yerine getirmekten imtina eden kişi ve kuruluşların da inanç sahibi kişileri inançlarının gereğini yerine getirmemeye zorlamalarına engel olunur. Aslında demokrasi içerisinde yaşanıyorsa, tam bir inanç ve düşünce özgürlüğünün uygulanması gerekmektedir.

 

 

 

Yazar Hakkında

Ergun Göknel

Ergun Göknel

1989 Yılında, adı o güne kadar kamuoyunca duyulmamış bir kişi İstanbulluların yaşamına girdi. Bir kentte yaşayanların, bir insanın yaşamının en önemli unsuru SU’yun başına getirildi. Susuzluk çekenler onu suçladılar, ona küfür ettiler.. O güne kadar mahallelerine, evlerine su gelmemiş olanlar, su boruları döşenmeye başlayınca onu kucakladılar, öptüler.
Kimdi bu insan?...

Bir yorum yapın

Yorum yapmak için oturum açmalısınız. İsterseniz aşağıdan oturum açabilirsiniz.

Twitter response: "Could not authenticate you."

Özel Önerİm

Pizzeria Pidos

Samimi ortamıyla
ev gibi bir İtalyan restoranı.
Gümüşsuyu caddesinde

Websitesine git

Temasa geç

Düşüncelerinizi dinlemekten mutlu olacağım!

Ergun Göknel
34330 Levent, IST
Türkiye

Temasa geç